Etrafta
o kadar çığlık var ki. Sesle sessizlik arası bir dinginlik arıyor insan.
Rüyalara dalmayı istiyor bazen hayatın bin bir çetrefiline rağmen. İçimdeki
fırtınayla, dışarıdaki fırtına birbirine karışmıştı… İçimdeki boşluk daha da
derinleşmeye yüz tutmuşken aniden umulmadık bir hareketle bir kapıyı araladım.
- Siz de kimsiniz? diye sorar adam.
- Bana mı dediniz? Ben de tam size
burada ne işiniz var diye soracaktım, der adam.
Aslında vakit öldürmek için girdiğim
internet sitesinde ona rastlamak pek anlamsızdı, belki de bir o kadar
anlamlıydı…
Hayatın peşinde koşmayalı, görünen
ışığa yüz çevirip karanlığa doğru yönelmeyi bırakmayalı uzun zaman olmuştu.
Kiminiz yadırgar belki, kiminiz der ki sohbet sitesinden birisine nasıl güvenilir,
nasıl konuşulur. Binlerce soru üretilebilir bu bahiste ve hatta sosyoloji,
psikoloji gibi bilim dallarında tez çalışması bile üretilebilir. Peki
düşündünüz mü hiç, elinizi uzatıp tanıştığınız, öpüştüğünüz, yüz yüze
konuştuğunuz, yıllarca aynı okulu okuduğunuz bir arkadaşlarınızı ne kadar
tanıyorsunuz? Ve yahut yıllarca sizi büyütüp yarınlara hazırlayan ailenizi ne
kadar tanıyorsunuz?
İnsan yalnızsa ve bu yalnızlık onu
ötekileştirmişse güvenmek ister, tanımak ister. Aslında çok da üstünde durmamak
lazım bazen akışına bırakmak lazım öyle değil mi?
Aylardır
kocaman bir boşluk içerisinde boğuşurken biri gerçekten o muhteşem ve eşsiz
kelimeyi kullandı ve ben gözlerime inanamadım.
- Ne işiniz var burada, arayışınız
nedir? dedi adam.
- İnsan arıyorum, diyerek dalgayla
karışık ağzının payını verdi diğeri.
Anlaşılan o ki bazen gerçekten
umulmadık bir yerde umulmadık bir misafirle karşılaşabiliyor insan.. Sohbet
ilerledikçe gerçekten aramızda anlamını veremediğimiz ve bir o kadar da anlamlı
bir çekim yaşanmaya başlandı. İkimiz de hayatı paylaşacak bir nefes arıyorduk,
ikimiz de sadece ruhumuza dokunacak birini arıyorduk.
Sonra kamerada konuşmayı teklif
ettim. Bilgisayarının eski ve kamerasının bozuk olduğunu söyledi bana. Başka
biri olsa bu teklifi yapmazdım hatta inanmazdım bile kamerasının olmadığına.
Ancak inandım güvendim kelimeleri içimi ısıtan insana. Peki öyleyse
resimlerimizi görelim birbirimizin dedim. Ayrıca tek taraflı kamera
açabileceğimi de belirttim.
Resimdeki gözlere baktığımda içim
ısındı. Dudakları öyle hoştu ki nefesinin o dudaklardan yüzüme beni sevdiğini
fısıldamasını hayal ettim. İçim coştu adeta. Bu kadar tatlı birini
beklemiyordum. Biraz konuştuktan sonra yarım saat için çıkması gerektiğini
söyledi. Ben de kabul ettim beklemeyi.
Yarım saaten fazla bekledim. Ama onu
beklemek beni heyecanlandırıyordu. Ona ufak bir yalan söylemiştim o da bana
ufak bir yalan söylemiş. Çalışmadığımı söylememiştim ona o da bana gerçek
ismini söylememiş. Facebook’ta birbirimizi eklemeyi teklif etsem de erken
olduğunu görüştükten sonra daha uygun olacağını söyledi. Ben de peki dedim.
Gece boyu nasıl birini hayal
ettiğimizi birbirimize anlattık mesajla. Baya bir mesaj trafiği oldu. İkimiz de
aslında aynı duygularla yüklü olduğumuzu keşfettik gece boyunca bitmek bilmeyen
mesajlarla. Sonrasında ne zaman buluşacağımızı konuştuk. Ben biraz hasta
olduğum ve henüz erken olduğunu düşündüğüm için biraz temkinli davranıyordum
aslında. Ama bir yandan da içimi titreten zat-ı muhteremle tanışmak için
sabırsızlanıyordum.
Yarın için heyecanlanmayalı çok
olmuştu. İnsanın yüreğine soru sormadığı günler kayıp günlermiş meğer.
Edebiyatçı edasıyla konuşması beni derinden etkilemişti. Nacizane benim de
ağzım laf yapar ama bunun karşıdan cevap bulması sürekli ağzımın kulaklarıma
varmasına ve gülümseyerek güzel bir uykuya dalmama sebep olmuştu…